hgs  eokul   lgs   kyk  
  19.04.2024  

ÖSYM ve Milli Eğitim'de reform

Son yıllarda ÖSYM'nin organize ettiği sınavların bir kısmında sorunlar ve skandallar yaşandı.

Problemlerin faturası klasik bir şekilde kurumun yeni atanan başkanına kesildi. Açıkçası kurum başkanlarının işi, kurumların yaptığı operasyonların ayrıntılarını takip etmek değildir. İki yıllık tıp soru setini alıp kıyaslamak ya da bir cevap algoritmasını alıp incelemek değildir. Bir kurumun başı ya da bir şirket genel müdürünün işi, temel olarak ana ve destek işlevleri (muhasebe, üretim, pazarlama, insan kaynakları, bilgi işlem, halkla ilişkiler vb) koordine etmek, kurumun genel olarak gelişmesini sağlamak, kurumla diğer kurumlar ve kurumun faaliyetlerini etkileyen alanlardaki etkili ve yetkili kişilerle görüşmeler yürütmektir.

2010 yılında KPSS'deki kopya iddialarının ardından Prof. Dr. Ali Demir vekaleten atandıktan sonra, 29 Mart 2011 tarihinde asil olarak atanmıştır. ÖSYM'deki sorunların merkezinde başkan değil, ÖSYM'nin kurum olarak kendisi ve personeli bulunmaktadır. Çünkü operasyonu yürüten bizzat başkan değil, ÖSYM personelidir. ÖSYM'nin düzenlediği sınavlarda çıkan sorunlar, ya bu personelin beceriksizliğinin ürünüdür ya da bu personelden hükümeti mahcup etmek isteyen bazılarının kasıtlı sabotajının ürünüdür. Her iki halde de bir kurum arka arkaya bu kadar fazla hata yaparsa durup düşünmek gereklidir. Toplam Kalite Yönetimi anlayışına göre, bir personelin hatası, özellikle deneysel bir hataysa kurumun gelişmesi için fırsat kabul edilir. Ne var ki, aynı hatayı iki defa yapan bir personel işten çıkarılır. İkiden çok fazla hata yapan bu kurumu tamamen kaldırmak ve yerine yeni bir kurum oluşturma ihtiyacı vardır. Hatalı sınavları tekrarlamak bir çözüm değildir. Çünkü yüzde 100 güvenilir ve saat gibi mükemmel işlemesi beklenen bir kurumun, yaptığı her hata kurumun imajını ve güvenilirliğini çok sert bir şekilde aşındırmaktadır. ÖSYM de son dönemde önemli ölçüde yıpranmış bir kurumdur.

İlk kez üniversite sınavına 1989 yılında girmiştim; ondan beri üniversite giriş sistemiyle defalarca oynandı. Kolej ve üniversite sınavları, yapboz tahtasına döndü. Bir sınavın ismini öğreninceye kadar, "Bundan vazgeçtik, yenisi bu oldu." diyorlar. Bu tarihçeyle düşünürseniz, ÖSYM'nin performansının belirli bir başkan ya da hükümet dönemiyle de ilgisi olmadığını anlayabilirsiniz. Amerika'da ise hâlâ benim üniversite sınavına girdiğim 1989 yılından beri aynı sınav sistemi kullanılıyor. SAT, GMAT, GRE ya da TOEFL gibi bir sınavdan gelen sonucu kimse sorgulamıyor; "Hakkım yendi." diyen, "Sınav soruları satıldı." diyen yok; üstelik bu sınavlar Türkiye dahil, tüm dünyada yapılıyor. Tabii bu arada sınavların kalitesini her yıl artırıyorlar. Kopya çekmenin imkansız olduğu akıllı bir sistemle sınav yapılıyor. Kişiye özel soru kitapçığı yok; çünkü kitapçık yok. Sınav merkezlerinde bilgisayarla sınav oluyorsunuz. Üstelik yılda bir kere değil, tüm yıl boyunca defalarca sınava girme imkanı var.

Son dönemde Türkiye'de milli eğitim alanında da reformlar yapılmaya çalışıldı. Türkiye'deki ders kitaplarının birçoğunun içerik kalitesi, öğrenci ve proje odaklılık açısından Avrupa ve Amerika standartlarının üstüne çıktı. Ancak hâlâ eğitim alanında yapılacak kapsamlı reformlar var. Bu reformlarla ilgili yeni milli eğitim bakanına ve ekibine çok iş düşecek. Bayrampaşa'yı İstanbul'un çiçek gibi bir ilçesine, uygar bir yaşam merkezine dönüştüren Hüseyin Bürge umarım kabinede milli eğitim bakanı olarak görev alır. Daha önce yılın öğretmeni de seçilmiş olan Hüseyin Bürge, İstanbul Bayrampaşa'nın kısıtlı yerleşim koşullarında harikalar oluşturdu. Seçmen de kendisini üç dönem belediye başkanı seçtikten sonra şimdi de vekili olarak TBMM'ye gönderdi. Umarım Sayın Başbakan, vizyon sahibi, sistem kuran bu üst düzey kafayı Bakanlar Kurulu içinde değerlendirir.